Küreselleşme, her ne kadar çok boyutlu tartışılsa da ekonomik temellidir ve bir ülkenin başka ülkelerle ticaret yapmasına bağlıdır. Kapitalizmin dünyayı pazar haline getirmesi olarak da tanımlanabilir. Milli gelirde dış ticaretin payı ne kadar büyükse, o ülke o kadar küreselleşmiştir anlamı çıkar. Küreselleşme üzerine yapılan tanımlamalar çerçevesinde kavramın içinde olmazsa olmaz olarak değerlendirilebilecek başlıca unsurlar şu şekilde sıralanabilir:
– Ülkeler arası serbest mal ve hizmet ticareti
– Sermayenin ülkeler arası serbest dolaşımı
– İşgücünün ülkeler arası serbest dolaşımı
– Teknoloji üretme, kullanabilme, endüstri ilişkilerinde dönüşüm, yeni istihdam biçimleri
– Rekabet derecesini yükseltici yasal ve kurumsal düzenlemeler.
Küreselleşmenin tarihinde üç dönemden bahsetmek mümkündür; 16. yüzyıldaki keşif ve buluşlar, 18. yüzyılın sonlarında meydana gelen sanayi devrimi ve 2. Dünya Savaşı sonrasındaki dönem. Bu yazıda bizi ilgilendiren dönem 3. Dönemdir. Çünkü küreselleşmeyi yöneten 3 kurum bu dönemde kurulmuştur.
Ekonomik anlamda küreselleşmeyi yöneten 3 kurum vardır. IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü.
Berlin duvarının yıkılması ve SSCB’nin ve Doğu Blokunun çöküşü, küreselleşmenin hızlanmasına neden olan iki gelişmedir. Dünya bu gelişmeler sonucu tek kutuplu bir hale dönüşmüş, soğuk savaş döneminin bitmesi ile ülkeler daha rahat kararlar alabilme, daha verimli kaynak kullanım alanlarına yönelme imkânına kavuşmuşlardır. Ülkeler özelleştirme hareketlerine başlamış, piyasalarını dış rekabete açmış, çokuluslu firmalar bu sayede üretim faaliyetlerin daha düşük maliyetli bölgelere kaydırmışlardır. Gelişmiş ülkelerdeki iç pazarın doyması, üretici firmaları başka pazarlar bulmaya itmiştir. Petrol krizi sonrasında bu arayış daha da yoğunlaşmıştır. İç pazarla yetinmek istemeyen firmalar yeni pazarlar bulabilmek adına başka ülkelere yönelmiş, bu durum da ekonomik faaliyetlerde, özellikle dış ticaret ayağında, etkili olmuştur.
22 Temmuz 1944 tarihinde Bretton Woods anlaşması sonucu Bretton Woods ikizleri olarak tanımlanan IMF ve Dünya Bankası (Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası) kurulmuştur.
Bu dönemde küreselleşme sürecinin ivme kazanmasında IMF, Dünya Bankası, GATT ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı – Organisation For Economic Cooperation And Development (OECD) gibi uluslararası kurumların önemi büyüktür. Hemen hemen tamamı 1940’ların ikinci yarısında kurulan bu gibi uluslararası kuruluşlar ABD önderliğinde tasarlanmıştır.
Bu dönemde, ABD patentli çok uluslu firma yatırımlarında da hızlı bir artış oldu. İkinci Dünya savaşı, savaşa katılan ülkeleri yıkarken ABD tek güç merkezi haline geldi. Bunun sebepleri arasında 1930’lu yılların sonunda, savaşın silah vs gibi ürünlerle ihracat artışı yoluyla üretime artışı sayesinde Büyük Bunalım’ın atlatılması, büyüme baskısının ortaya çıkması ve bu büyük büyüme baskısının teknolojik buluşlara kaynaklık etmesini sayabiliriz.
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası neredeyse bütün dünyaya tedarikçi konumuna gelmiştir.. Dolar Bretton Woods sistemiyle en geçerli ticari para olarak yükselmiş, diğer ülkeler de ulusal paralarının değerini dolara bağlamasıyla yeniden bir sabit döviz kuru rejimi kurulmaya çalışılmıştır. Bütün bu gelişmeler ABD’nin ikinci dünya savaşından sonra devasa bir güç haline gelmesine sebep olmuştur.
26 Ağustos 1971’de Bretton Woods sisteminin çökmesi ile sabit kur sistemi terkedilmiş ve ABD, Almanya, İngiltere, Japonya gibi gelişmiş ülkeler sermaye hareketi üzerindeki kısıtlamaları kaldırmıştır. Bunun sonucu finansal globalleşme olağanüstü bir ivme kazanmıştır.
Ülkeler arası ticareti düzenleyen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması GATT, 1947 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne evrilmiştir.
GATT/WTO üyelerine, bir diğer ülkenin ticaret rejimi tarafından ayrımcı muameleye tabi tutulmamasını sağlayarak, çok taraflı ticaret sisteminin gelişmesini sağlamıştır. Ancak GATT/ WTO sistemi, ülkelerin kendi aralarında gümrük birlikleri veya serbest ticaret bölgeleri kurmalarına (bölgesel ticaret anlaşmalarına) izin vermiştir. Bunun sonucunda dünya ekonomisinde bölgeselleşme süreci hız kazanmıştır.
Özellikle 1958 yılında Roma Antlaşması’yla kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) yakalamış olduğu başarı, dünya üzerinde birçok bölgesel ticaret anlaşmasının imzalanmasına yol açmıştır.
1980’lerin başında, uluslararası sermaye hareketlerinin hızlandığını özellikle 1990’ların başında Sovyetlerin yıkılmasıyla finans piyasaları gerçek anlamda küresel hale gelmeye başladığını görülmektedir.
Serbest piyasa güçlerinin devletlerin denetiminden çıktığı küreselleşme süreci, günümüzde uluslararası ekonomiye yön veren bir piyasa mekanizması sürecine dönüşmüştür.
Bunun sonucu olarak ulusal ekonomiler daha kırılgan ve krize yatkın hale gelmişler ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke bu durumdan ekonomik, politik ve siyasi olarak etkilenmiştir.
Küresel sermayenin kolayca ve rahat ettiği ülkelere girip, yatırım ve üretim yapabilmesi için rekabet açısından o ülkenin ekonomik ve siyasi açıdan riskli ortam taşımaması gerekmektedir. Rekabetin sağlanmasının ve sürdürülebilmesinin karşısındaki her tehdit, sermaye açısından olumsuz algılanabilecek ve kolayca o ülkeden çıkabilecektir. Bu nedenle gerek ülkeler gerekse dünya çapında rekabete açık bir yapının tesis edilmesi ve bu yapının sürdürülebilmesi küreselleşme açısından önem taşımaktadır.
Her ne kadar küreselleşmenin siyasi, sosyal-kültürel ve çevresel boyutlarının etkileri halen tartışılsa da süreç, gelişen teknolojinin de etkisiyle önünde durması mümkün olmayan bir çığ gibi ilerlemektedir.
Aslı Arslan